Alaska'nın En Kuzey Noktasına Yolculuk
Seattle' dan ayrılıp Sumas sınır kapısından Kanada' ya geçtim. Kabaca rotam aşağıdaki resimdeki gibi olacaktı.

Geçiş öncesi depoyu ve yedek benzin bidonunu doldurdum. A.B.D pahalıydı ama Kanada daha da pahalıydı. Sınırı geçmek çok kolaydı ve kısa sürdü, sadece bir kaç soru sordular ve çantaları bile kontrol etmeden geçişe izin verdiler. Kanada' nın içinde sürüş yapmaya başlayınca doğanın yeşilliği, nehirler, göller aklınızı başınızdan alıyor.


Çok fazla sayıda demir köprü var ve demirler dikine konulduğu için bazen arka tekerde kaymalar oluyor, ama pek büyük bir sorun değil.

Yağmurun ne zaman başlayıp ne zaman biteceği belli olmuyor, çok sık yağıp durduğu içinde yol boyunca bir sürü gökkuşağı görüyorum. Bir ara sağanak yağmurun altında kendimi bağırarak şarkı söylerken buldum. Bu neşe nereden gelmişti bilmiyorum, ama kendimi mutlu hissediyordum. Botlarımın aşırı yağışlarda su geçirme özelliği olduğunu da görmüş oldum, aslında ucuza almıştım onları ama bana suyu geçirmediklerini söylemişlerdi. Plastik poşet bağlayarak bu sorunu hallettim.

İlk iki gün Britanya Kolombiyası'nda sürüş yaptım ve bulduğum ucuz otellerde kaldım. Türkiye' de doğuya yaptıkları gezide öldürülen 2 motorcu beni fazlasıyla etkilemiş ve moralimi bozmuştu, aklımdan binlerce düşünce geçiyordu, çoğuda hüzünlüydü. Bulduğum kamp yerlerinde başka çadır kamp atanlar olmayınca oralarda kalmak istemedim. Dawson Creek'ten itibaren 2. Dünya Savaşı'nda yapılan ve beni Whitehorse/Alaska' ya kadar götürecek 2230 km uzunluğundaki Alaska otoyolu başladı. Alaska yazısını 'yol yazısı' olarak görmek bile bende değişik bir duygu yarattı. Ardından Yukon bölgesine geçtim. Yukon bölgesine geçer geçmez vahşi doğa kendini belli etmeye başladı. Kanada geyikleri ve buffalolar sıklıkla karşıma çıkıyordu.



Yerleşim yerleri ve yoldan geçen arabaların sayısı giderek azalıyordu. İlk kez ayıları görmeye başladım. Uzakta onları farkedip kamerayı çıkarana kadar gözden kayboluyorlardı, insanlardan çekiniyorlardı. Yukon bölgesinin içlerine doğru ilerleyince onları daha sık görmeye başladım. Aniden yolun kenarındaki yüksek otların arasından karşıya geçtiklerinde tırsmadığımı söyleyemem, onlara motorla çarpmak keyifli bir şey olmazdı sanırım. Az insanla karşılaşıyordum ama nerde motorcu görsem direkt muhabbete başlıyorduk.

Alaska' dan dönen herkes önerilerini ve tecrübelerini aktarıyor ve bir gün bir yerde buluşabilmek umuduyla irtibat numaralarımızı veriyorduk. 3. gün Kanada' da ilk çadır kampımı kurdum.

Çadırı daha kurarken binlerce sivrisinek saldırmaya başladı. Bunların ününü duymuştum daha önce ve Alaska'da daha fazlası bekliyordu. Etraftaki göllerin çokluğu sivrisinekleri cezbediyordu. Bazılarına göre Yukon bölgesi ve Alaska'daki sivrisinekler ayılar ve Büyük Kanada geyiklerinden daha rahatsız edici, ben de bu fikre katılıyorum. Bu bölgedeki sivrisineklere karşı üretilen spreyi vücuduma sürdükten sonra pek problem kalmadı. Ertesi gün çadırı toplayıp Watson Gölü'ne doğru devam ettim. Kahve molası esnasında Arjantinli Gabriel ve Amerikalı David Watson ile tanıştım.

Gabriel İrlanda' da yaşıyor ve motorunu Vancouver'a uçakla göndermiş ve ordan Alaska' ya doğru sürüyormuş, sonrasında Arjantin'e kadar devam edecek. David ise Utah bölgesinden Anchorage/Alaska' ya hem macera yaşamak hem de orada balıkçılık yapan oğlunu almaya gidiyor. Beraber sürüş yapmaya karar verdik. Bilmediğimiz bir coğrafyada bu şekilde yolculuk daha eğlenceli olacaktı. Akşama doğru Watson gölüne ulaştık. Bu bölgede 'sign post forest' denilen ve dünyanın her yerinden buraya gelip stickerlarını bırakanlar sayesinde çok ilgi gören ve meşhur olan yeri gezdik.


Ardından gölün etrafında çadır kampımızı kurduk ve yiyeceklerimizi paylaştık. Ama en güzeli sanırım David' in paylaştığı içkisiydi.

Sabah 6' da zımba gibi kalkıp önce gölde yüzdük ardından yola devam ettik.

Yolda yine ayıları gördük ama bu sefer fotoğraflarını çekebildim.




Yavru ayılar yol kenarında oynarken anne ayıda biraz uzakta onları izliyordu. Bu durumda onlara yaklaşmanın çok tehlikeli olduğunu duymama rağmen pek rahatsız verici bir durum görünmüyordu ortalıkta. Kanada ve Alaska' da ayılardan korunmak için spreyler satılıyor. Bir ara alayım mı diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Yolda karşılaştıklarımın çoğuda taşımıyordu zaten, bisiklet sürücüleri dışında. Yemyeşil manzaralı, ağaçlı, nehirli, göllü alanlardan geçip akşama doğru Whitehorse' a varıp Takhini Hot Pools denilen ve sıcak havuzların olduğu bir kamp alanında tekrar çadırlarımızı kurduk. Çadır kamp alanlarında ücret 8-10 dolar civarında ve bazı yerlerde internette var. Sabah yine hazırlıklarımızı yapıp Yukon bölgesini bitirmeye, Alaska' ya geçip ilk şehir olan Tok'a varmayı hedefledik. Alaska sınırından önceki 150 km' lik asfalt yol genelde bozuktu. Bir sürü çukur, çakıl ve yer yer toprak yol vardı. Yağmur yağdığında yol iyice çamurlaşıyordu ancak Geziperest'in performansı iyiydi. Yol yapımı olan yerlerde bir sürü ikaz levhaları ve kılavuz araçlar vardı. Yol yapımı olan yerin bitimine kadar kılavuz araçlar eşliğinde gidiyorduk.

Bir sürü yerde 'Motosikletcilerin sezonu açılmıştır. Yoldaki "motosikletçilerin farkına vararak sürün" gibi ikaz levhaları vardı. Bunu şimdiye kadar başka ülkede görmemiştim. Kanada' daki medeniyeti bir kere daha takdir ettim. Vergi oranı yüksek ama sosyal devlet ilkesi de o kadar etkin.

Alaska sınırına varana kadar bir sürü doğa harikası yerden geçtik ama bu sefer ayılar pek görünmüyordu. Manzarası güzel olan yerlerde durup fotoğraf çekiyorduk. Bir ara muhteşem bir göl kenarına geldiğimizde Geziperest'i gölün kıyısına kadar götürdüm, ancak sonrasında arka teker fena halde yumuşak zemine battı. Gabriel ve David' in yardımlarıyla motosikleti çıkardık ve yola devam ettik. Öncesinde benle bol bol dalga geçip güldüler tabiki.

Akşama doğru Kanada' yı bitirip Alaska sınırına vardık. Sınırı geçmek yine çok kolaydı ve pek kontrol yapmadılar.

Tok şehrine doğru sağanak yağış altında bir kaç saat motosiklet kullandık ve gecenin geç saatlerinde ama hava hala aydınlıkken şehre ulaştık. Gecenin bu saatinde gökyüzünde gökkuşağını görmek harikaydı.

Bu dönemlerde Alaska' da günes 24 gibi batıyor ve bir kaç saat sonra hava tekrar aydınlanıyordu. Hava ısısı 8-12 derece arasında değişiyordu. Bulduğumuz oteldeki bir odayı 3 kişi paylaştık. Alaska' da oteller çok pahalı ve bazen başka seçenek kalmıyor. En azından 3 kişi bir odayı paylaşarak tasarruf yaptık. Ertesi gün David oğluyla buluşmak için Valdez şehrine doğru yola çıktı, ben ve Gabriel ise önce Fairbanks' e ardından motorsikletçiler tarafından iyi tanınan ve üzerinde sürüş yapmanın gerçekten macera sayıldığı Dalton Highway üzerinde sürüş yaptık.

Dalton Highway toplam 666 km uzunluğunda, Trans-Alaska petrol hattını desteklemek için yapılmış, A.B.D' nin en izole yollarından biri. Sadece bu yolu yapmak isteyen deli motorcular ve Prudhoe bay' deki petrol işçilerine malzeme taşıyan tırlar dışında araç görmek imkansız. Günlük 666 km' lik yol boyunca geçen araç sayısı 50-100 arası değisiyor. Yol üzerinde Fairbanks' ten sonraki 280. km' de Coldfoot denilen küçük bir kasaba ve benzinlik (populasyon 10 kişi), biraz ilerisindeki Wiseman denilen yaklaşık 20 kişinin yaşadığı yer dışında başka yerleşim alanı yok. Coldfoot' a kadar olan yol genelde çukurluk, taşlı-topraklı ve bozuk bir yoldu. Sürüş yaparken sürekli çok dikkatli olmak gerekiyordu. Arada şiddetli yağış yağdığında ise topraklı yollar çamurlu hale dönüşebiliyordu. Asfaltlı kısımların çoğunda yol bakım-onarım çalışmaları vardı. Coldfoot yazısını gördükten sonra kasaba ilerdedir diye yola devam ettik ama herhangi bir şey yoktu ve yedek benzin deposunu kullanmaya başlamıştım. Yolda gördüğümüz motosikletçiler Coldfoot'un geride kaldığını söyleyince geri döndük. Oraya varınca durumu anladık; Coldfoot denilen yerde sadece barakadan bozma bir hotel ve küçük bir benzinlik vardı, başka da bir şey yoktu. Depolarımızı doldurduktan sonra bir şeyler yedik ve kalacak yer konusunda konuştuk. Küçücük oda için 200 dolar istiyorlardı (bildiğin baraka), 'ne yapalım ne edelim' derken yanımıza yanaşan iki motorcu 30 km ilerde Wiseman denilen yerde konaklayacak yer bulabileceğimizi söylediler. Wiseman' e vardığımızda eski bir madenci olan ve evin bir odasını kiraya veren yaşlı ve çok keyifli adam olan Clutch ile tanıştık. Gabriel ile bir odayı 100 dolara tuttuk. Kendi kurduğu küçük müzeyi gezdirdi bize, ardından 'madenci şampanyası' dediği viskiden ikram etti. Gabriel ile ertesi günkü en zor etaba hazırlanmak için erkenden odaya dönüp dinlendik. Sabah erken kalkıp kahve sonrası yol için hazırlıklarımızı tamamladık. Fazlalıklarımızı Clutch 'in çadırına bıraktık. Ben yanıma tamir takımı, yedek gaz bidonu ve iç lastikleri aldım. Motor bayağı hafifledi. Fairbanksten çıkışta 40-50 km ilerde arctic circle' da durup foto çektik.

Dağları geçtikten sonra (Fairbank' ten yaklaşık 50-60 km ilerde) arttik asfalt bitti ve toprak yol başladı. Hava güzeldi ama ne zaman yağmur yağacağı belli olmuyor buralarda. Toprak yol giderek bozuluyordu, çok çukur vardı, yol bakım çalışmaları olan yerde arabalar kılavuzluk ediyordu ve oralarda zemin çok kaygandı. 400 km' lik Coldfoot-Deadhorse arasında hiç benzinlik yoktu. Yandan ve arkadan gecen tırlar çoğunlukla dikkatli geçmeye çalışıyordu ancak biraz hızlı olanların sıçrattığı kahverengi çamurlu su ve bazen toz görüşü fena etkiliyordu. Araç gördüğümde direk yavaşlıyor ve en kenara geçmeye çalışıyordum, kafamı da olabildiğince öne eğiyordum, rüzğar camım kısaydı ve konforlu değildi, sıklıkla kask camını temizliyordum.

Deadhorse'a varmadan son 50 km boyunca yol felaket kaygandı ve en ciddi arka teker sallanmasını orda yaşadım, bir ara düşeceğimi düşündüm ancak hızımı korudum ve boktan yolu bitirince inanılmaz bir rahatlama hissettim, artık Dalton yolu bitmişti. Küçücük Deadhorse' da sadece işçiler yaşıyordu, burası petrol çıkarılasn ve BP dahil bir sürü petrol şirketinin olduğu yerdi. Okyanustan petrol fışkırıyordu nerdeyse. Zaten geliş yolunda dünyanın en uzun petrol boru hattı eşliğinde gelmiştik. İlk işimiz gezimiz tam bitmeden benzin almak oldu. Garip bir şekilde ilk kez yan sehpaya alıp kameram için çantayı açtığımda Geziperest yan yattı ve gidon yandaki demire çarpıp ön fren kolu kırıldı.

İlk anda yedek fren kolu alıp almadığıma emin olamadım ve kasıldım, çünkü bu halde yolu dönemezdim artık ve tamirci yoktu buralarda, tam sıçardım eğer almamışsam. Ama yan çantamdaydı. 1 gün önce Gabrielin telefonla rezervasyon yaptığı motel (baraka şeklince işçilerin kaldığı yer) bulduk. Günlük fiyatı oda başı 200 dolar ve başka seçenek yok oralarda, Gabrielle aynı odayı paylaşacaktık. Ardından fren kolunu taktım. Motosikletleriyle aynı yolu yapan ve bir gün önce yine yolda karşılaştığımız Londra' dan Tom ve Calgiari' den Tyson beraber Alaska'nın en uç noktasına ulaşmanın mutluluğunu beraber güzel bir yemek ve içkiyle kutladık.


Yemek esnasında Kutamış isimli Teksas'ta Üniversite de Ögretim üyeliği yapan bir Türkle karşılaştım. Buralara göllerdeki jeolojik değişimleri gözlemlemek ve bunun üzerine çalışmak üzere ekibi ve öğrencileriyle gelmişti. Yıllardır ABD de yaşıyormuş. Sohbet sonrası beni Teksas'a davet etti ve ilerde tekrar iletişim kurmaya karar verdik. Yorgunluktan erkenden odalara çekildik. Ertesi gün motorla geçişe izin vermedikleri ve özel izinle gezilebilen Prudhoe plajında küçük bir otobüsle tur attık. Bu bölgede sadece petrol şirketleri için çalışan insanlar var. Genelde 2 hafta çalışıp 2 haftalık izin alıyorlar. Çalışma koşulları çok zor ancak buna karşın kazançları iyi. Dünya'nın değisik yerlerinden buralara kısa bir süre çalışıp bol miktarda para kazanmak isteyen çok sayıda insanla karşılaştım. En sonunda ayaklarımızı Kuzey Kutup Denizi'nin, ağrıdan titretecek kadar soğuk olan sularına soktuk ve Alaska'nın en kuzey ucundaki hatıra fotoğraflarımızı çekip dönüş hazırlıklarına başladık.



Erol AYNACI