San Francisco- Los Angeles- San Diego- Meksika'ya Kısa Süre Giriş Çıkış ve Hawai
San Phoenix' ten ayrılıp tekerler San Francisco' ya doğru dönmeye başladı. Yol boyu kayda değer görülebilecek bir yer yoktu ve aşırı rüzgar vardı. Sert rüzgarın sürüş konforumu ciddi anlamda etkilediğini söyleyebilirim. Kilometrelerce uzanan rüzgar gülleri bu bölgede rüzgarın sert estiğinin en iyi göstergesiydi.

Aşırı hava sıcaklığı nedeniyle nerdeyse saat başı 1 litre su içiyordum. 2 günlük sürüş sonrası geç saatlerde San Francisco' ya ulaştım ve Adeliade isimli bir hostelde kendime bir yatak ayarladım. Geziperesti hostelin önünde park edip en yakındaki bara birşeyler içmek için gittim. Bar küçük ve kalabalıktı. Ne içeceğimi düşünürken barda oturan bir adamla konuşmaya başladık. Şehre daha yeni vardığımı öğrenince ilk içkiler benden deyip viski ısmarladı. Pilottu ve kendine ait bir şirkette özel uçuş eğitimleri veriyordu. Yaptığım yolculukla ilgili konuştuktan sonra sıra onun yoğun tempolu işine ve hayattan beklentilerine geldi. Sürekli karşılaşmamızı kastederek 'İnsanlar bir sebepten dolayı karşılaşırlar' cümlesini tekrarladı, kafasında sürekli bir şeyleri sorguluyordu belli ki. Kısa bir süre sonra kendini 'kovboy' diye tanıtan ve elektrik teknisyeni olarak çalışan biri daha muhabbete katıldı. Acayip enerjik ve sosyaldi. Pilot ayrıldıktan sonra kovboyla geceye devam ettik ve ondanda bir viski geldi. Bunun olağan bir davranış olup olmadığını tam olarak bilemesemde bedava gelen içkiler hoşuma gidiyordu. Çok geçmeden yan taburelere iki tane çekici hatun oturunca kovboy fırsatı kaçırmadı ve onlara da içki ısmarlayıp sohbete dahil etti. 'Vay be, ne adam ama' dedim kendi içimden, belli ki ondan öğreneceğim çok şey var. Keyifli sohbet sonrası herkes dağılırken ben de şehrin sokaklarını gezmeye başladım. Çok fazla evsiz vardı, New Orleans'dakilerden bile fazla ve her sokak başı gece çalışan hayat kadınları. Her birinin önünden geçerken bana bir şeye ihtiyacım olup olmadığını soruyorlardı, ben de sadece dolaştığımı söylüyordum. Sokaklar evsizlerle dolu ve bazı yerleri karanlık olsada güvenli hissediyordum. Sonraki bir kaç günü şehri keşfederek geçirdim. San Francisco 7x7 mil büyüklüğünde bir yerdi, yürüyerek bile çok rahat gezilebilir.


Filmlerde gördüğümüz gibi nerdeyse dümdüz cadde yok, onun yerine çok dik yokuş ve inişler vardı. Muhtemelen dünyanın en iyi fren balataları burda üretiliyor diye düşündüm.

Fishermen Wharf ve Pier 39 en iyi bilinen yerlerden. Küçük teknelerin meşhur Alcatraz Hapishanesi'ne ziyaretçileri götürdükleri yerdi burası. Çok sayıda deniz ürünlerinin satıldığı dükkan ve restaurantlar, güneşin altında güneşlenen deniz aslanları ve uzaktan görülen Alcatraz Adası ile güzel zaman geçirilecek bir yer. Kase şekli verilmiş ekmek içinde sunulan balık çorbası tadına bakılmaya değer lezzetlerden.



Uzun yıllar boyu ünlü tutsaklara ev sahipliği yapan bu adaya tekne ile gitmeyi düşündüm ama aylar öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyormuş. Büyük gemilerle ise 100-150 dolara daha hızlı bilet temin edilebiliyormuş. Etrafta orda tutsak edilenlerin hüzün verici öykülerini anlatan bir sürü poster vardı. Aklımdan bir sürü düşünce geçerken hemen önümdeki biri bana çok ucuza bileti satabileceğini söyledi ancak bileti almamaya karar vermiştim. Irak Savaşı ve oradaki hapishaneler geçti gözümün önünden. Bir süre sonra ordada aynı şey mi olacaktı? Orda çekilen acılar ve hikayeler insanlara para karşılığı bilet satılarak mı anlatılacaktı? Bunun bir gelir kaynağı olarak kullanılması ne kadar doğruydu?. Bir çeşit isyandı sanırım benimkisi ve oraya gitmedim.



Dönüş yolunda bir süredir San Francisco' da yaşayan ve Limuzin şöförlüğü yapan iki Türkle tanışıp çaylarını içtim. Bana şehrin biraz uzağındaki üzüm bağları ve şaraplarıyla ünlü NAPA bölgesini gezmemi önerdiler. Ertesi gün NAPA bölgesine giderken Golden Gate Köprüsü'nden geçtim. Köprünün çıkış bölümünün sağında küçük bir şirin kasaba, sol bölümünde ise köprünün bütünüyle çok rahat görülebileceği bir tepe vardı.

Dünyanın en güzel köprülerinden biri olan Golden Gate'de zaman geçirdikten sonra bir kaç saatlik sürüşle NAPA bölgesine ulaştım. Etraf üzüm bağlarıyla doluydu ve uçsuz bucaksızdı. Kendi ürünlerinin hem üretim aşamasını gösteren hemde tadımına izin veren bir sürü yer vardı. Ben de birisine dalıp şarapları hakkında bilgi aldım, ardından beğendiğim bir şarap şisesini açtırıp peynir tabağı eşliğinde gün batımına kadar zaman geçirdim.


Akşam hostele dönüp bir süredir facebooktan iletişim halinde olduğumuz ve motosikleti ile ABD' yi turlayan Taner Canbolat ile buluştuk.

Taner Antalya' da avukatlık yapan neşeli ve keyifli bir arkadaştı. 2 gün onunla beraber San Francisco' nun her tarafını gezdik, barlarını dolaştık, dünyanın en kıvrımlı işlek sokağı olan Lombard Sokağı'nı motorlarla bir kaç kez turladık.

Zaten Amerikalıların şu 'en'ler olayına hastayım. 'En büyük odun' 'En küçük bitki' 'En kıvrımlı sokak' gibi takıntıları var, bunun hakkını verdiklerini söyleyebilirim. Bana göre etrafındaki rengarenk çiçekler dışında bu sokağın bir anlamı yokken adamlar burayı dünyaca ünlü bir yer yapmışlar. Pazarlamacılık öyle bir şey sanırım, herifler bu işi iyi beceriyor. Şehirle ilgili dikkatimi çeken diğer şeyler ise gürültüye tahammül etmedikleri, ana caddeler dışındaki sokaklarda sesli bir şekilde konuştuğumuzda sürekli uyarıldığımız ve bu sokaklarda içki içemediğimiz, motosiklet park yerlerinin zor bulunduğu ve park ücretlerinin pahalı olduğu. Bir kaç gün güzel zaman geçirdikten ve son günlerde yakın arkadaşımız olan ve sokakta yaşayan Stan'le ve kovboyla vedalaştıktan sonra Tanerle California Highway üzerinden Los Angeles taraflarına doğru yola çıktık.

Santa Curz-Monterey arası ve sonrasındaki Del Sur muhteşemdi. En iyi rota bu bölümlerdeydi. Okyanus manzarası eşliğinde sürüş yaparken bir sürü küçük sahil kasabalarından geçtik. Arada sağdan soldan esen sert rüzgarlar dışında, sahilde kulaklarında müzik eşliğinde koşu yapanlar, sörf yapanlar, sahilde pinekleyen deniz canlıları, keyifli virajlarla çok eğlenceli geçti.





Los Angeles' a vardığımızda bayağı yorgunduk.

Downtown denilen ve bence kalınabilecek en iyi yer olan Santa Monica' da HI hostelde yerlerimizi ayarladık. Tesadüfen burda daha önce San Francisco' daki hostelde tanıştığımız bazı insanları görünce şaşkınlığımızı gizleyemedik. Yolculuğum boyunca defalarca dediğim şeyi tekrarladım 'Dünya çok küçük'. Taner'le burda bir kaç gün güzel zaman geçirdik, Hollywood ve Beverly Hills taraflarını dolaştık. Benim için en önemlisi 'Jim Morrison' uzun yıllarını geçirdiği ve yan komşuya aşık olduğu evi ziyaret etme çabalarıydı. Çabaları diyorum çünkü eve giremedik, birileri satın almış ve özel mülk olarak kullanıyorlar. Bizde hemen yandaki marketten içkilerimizi alıp Jim Morrison' un şarkıları eşliğinde eğlencenin dibine vurduk Taner'le.


Los Angeles trafiği ile tam kaotik bir şehir, Santa Monica dışında şehirde kayda değer kalınabilecek bir yer yok bence, trilyonerler için değilde bizim için tabiki. Şehirden ayrılmadan önce bağlantı halinde olduğumuz ve aynı şehirde olan Tolga Başol ve Çağlar Erkenci ile de görüştük. Tolga ve Çağlar buralarda Türk televizyonu için program hazırlamayı düşünüyor ve Çağlar' ın motoru hazır olur olmaz yola çıkmayı planlıyorlardı. Bir barda buluşup keyifli zaman geçirdik ve ertesi gün Amo Del Moto isimli serviste motosikletle ilgili eksikliklerimizi tamamladık. Taner'in motosiklet farlarında problem vardı.

Burada çalışan Ersin isimli Türk arkadaş fazlasıyla yardımcı oldu bize. İşlemlerimizi hallettikten sonra tekrar Taner'le beraber okyanus kıyısı boyunca sürüş yaparak San Diego' ya ulaştık. Biraz ilerisi Meksika sınırıydı. San Diego Downtown'da bir hostelde kendimize yer bulup etrafı dolaşmaya başladık. Burası küçük ama canlı bir şehirdi. Gece eğlenmek için The Shout bar ve Whisky Grills Bar en beğendiğim yerlerden.

Limanda bir denizcinin bir kadını öptüğü devasa bir heykel ve Midway savaş uçakları müzeside gündüz görülebilecek yerlerden.

Şehrin yaklaşık 20 km ilerisinde La Jolle denilen kasaba benim için San Diego merkezinden çok daha ferah ve dinlendirici idi. Orda Jim's Cave, okyanus, deniz aslanları, martılar, kano kullananlar ve sörf yapanları görebiliyorsunuz. Muhteşem bir gün batımının izleneceği yer. Deniz canlıları çok iyi ancak deniz aslanlarının kokusu çekilir gibi değildi.




Jim' in mağarasına indim, yaklaşık 140 basamak vardı ve mağaranın içinden güzel fotolar çektim, giriş 5 dolardı.


Mağaradan çıktığımda Taner bir yer bulmuş uyukluyordu. Onu uyandırıp tekrar yürüyüşe başladık.

Bu sakin ve gün batımı muhteşem olan küçük kasaba benim favori yerlerim arasına çoktan girmişti. Akşam saatlerinde hostele donup Taner' in zuladaki içkisini bitirdik, şehri tekrar turladık. Ertesi gün Taner tekrar doğu taraflarına sürüşe başlarken bende Meksika' ya geçme planları yapmaya başladım. Motosikletimin üzerinde park cezası vardı ve ilk değildi. Hiçte ödemeyi düşünmüyordum, tekrar ABD' ye giriş yapmadığım sürece bu park cezaları problem oluşturmayacaktı.

Bir süredir facebookta yazıştığım ve Amerika'da yaşayan Matt Kas' ta ertesi gün Meksikaya geçeceği için onu bekledim. Bilmediğim bir coğrafyaya onunla beraber geçmek bana kendimi daha güvende hissettiriyordu. Akşama doğru Matt ile buluştuk, o da motosiklet kullanıyordu.

Kısa bir tanışma sonrası Meksika sınırına doğru gittik, çok yakındı zaten. Sınır öncesi depolarımızı doldurduk. Matt Amerika'daki benzinin Meksika'dakinden daha pahalı ama daha temiz olduğunu söyledi. Sınırı geçmek çok kolaydı. Sallana sallana girdik, kimsede bir şey sormadı, kontrol ve durdurma namına hiç bir şey yoktu. Sınırı geçince herhangi bir evrak ihtiyacı var mı diye polislere sorduğumuzda gerek olmadığını söylediler. Gereken belgeleri havalanı ve diğer sınır geçişlerinde yapabiliyormuşum. Tijuana sınır kapısından geçerken güneş batıyordu ve Rosalina'ya yaklaşırken okyanus ve batan güneş manzarası muhteşemdi. Matt Rosalina' da couchsurfing ayarlamıştı. Ev sahiplerimiz Draco ve kız arkadaşı Lilien ile bir benzinlikte buluşup evlerine gittik.

Draco kendini akapunkturcu, rahip ve hacker olarak tanımladı, aynı zamanda bir şirkette çalışıyor, kız arkadaşıda bir süre bir müzik grubunda şarkı söylemiş. Rosaritoyu arabayla turladık, küçük ve sevimli bir sahil kasabasıydı. Bolca içtiğimiz tekila ve Draco' nun övdüğü tavuk çorbası aklımda kalan tatlar. En büyüğü Brezilya da olan İsa heykelinin daha küçüğü vardı bir tepede, oraya çıktık, bu haliyle bile çok büyüktü. İlk couchsurfing deneyimim benim açımdan keyifli ve pozitifti. Bir şekilde medya veya başka yollardan duyduğum ve aklıma kazınan Meksika insanı gayet farklıymış diye düşündüm, her geçen an kendimi daha rahat ve güvende hissediyordum. Ertesi gün Draco' nun önerdiği güzergah üzerinden ben Ensenada tarafları olan güneye devam ederken Matt'te ABD' ye geri dönüyordu. Ücretli yolları kullanmıyor, eski yollardan gidiyordum, bu şekilde daha çok kişiyle karşılaşıyor ve manzaranın tadını çıkarabiliyordum. Bir sürü küçük küçük köylerden geçtim. 90 km' lik keyifli bir yolculuktan sona bir benzinlikte mola verip nerede konaklayacağımı düşünürken motosikletlerinin önünde ve ceketlerinde 'Son's of freedom' amblemi olan iki motosikletli ile tanıştım. Bu taraflara güçlü bir fırtınanın yaklaştığını ve bir süre için güneye devam etmenin imkansız olduğunu söylediler. 1 hafta öncesindede 'Baja' yarımadasında şiddetli bir fırtına olmuş ve ciddi hasar vermişti. Güneye devam edemeyeceğime göre Meksikalı sınır kapısını kullanmam gerekiyordu. Meksikalı sınırına doğru gittim ama pazar günü olduğu için kapalıydı. İşlemleri yapamayacağım için tıpış tıpış tekrar yakındaki San Diego' ya dönüş yaptım. Tekrar ABD' deydim. Aynı hostelde yer bulup motorla bira içebileceğim bir yere gittim. Bir saat sonra motorun başına döndüğümde kamp malzemelerim (çadır, uyku tulumu ve mat) olan çantam ve yedek benzin bidonum çalınmıştı.

Gafil avlanmıştım ve hata yapmıştım. Eşyaları kısa süreliğine de olsa motorun üzerinde bırakmamam gerekiyordu. Ertesi gün yeni kamp malzemelerimi satın aldım. Ne yapacağımı düşünürken yeni tanıştığım ve Brezilya' da bir kanalda sunuculuk yapan bir arkadaş 'Niye Hawaii' ye gitmiyoruz' dedi. Şeytanı bir kere kafama sokmuştu, hem keyiflide olabilirdi, nasıl olsa önümüzdeki bir kaç gün Baja Kaliforniya Yarımadası'nda fırtına olacak ve oralardan geçemeyecektim. İnternetten uçak biletimi ayarladım ve ertesi gün Hawai' ye giden uçağın içindeydim. Alaska Airlines ile uçuş 5 saat sürdü ve Oahu adasına indik. Hawaii eyaleti Amerikaya son katılan eyalet ve toplam 8 adadan oluşuyor. Oahu 3. büyük ada ancak popülasyonun %75' i burda. Bana fazlasıyla şehir gibi geldi. Waikiki Beach Hostelde günlüğü 32 dolara yatak ayarladım. Hostel plaja 5 dakika yürüyüş mesafesinde idi.



Sahilin olduğu alana dalga kıran yapılmış, gerisinde sığ ve çok berrak okyanus suyu, insanlar yüzüyor veya sahilde güneşleniyor, biraz ilerisinde ise başkaları dalga sörfü yapıyordu. Ancak Oahu adasının asıl görülmesi gereken yerleri North Shore taraflarıydı. Hem yerli halkın yaşadığı hem de 4-5 metreye varan dalgaların olduğu ve dünyada en iyi dalga sörfü yapılan yerdi bu bölge. Adada günlük scooter kiralaması için 80 dolar, Harley Davidson tarzı motorlar içinse 130 dolar isteniyor. Madem Hawai' deyim motosiklet kiralamadan olmazdı. Ertesi gün 1200 cc' lik sport model bir Harley kiralayıp adayı dolanmaya başladım.


North Shore tarafları yani adanın kuzeyi şehrin olduğu güney kısmından kesinlikle çok farklı, çok daha doğal ve bakirdi.





Dalgalar çok yüksekti ve dünyanın her yerinden insanlar buraya sörf yapmaya geliyordu. Hostelde tanıştığım ve buraya sörf öğrenmeye gelen 2 kişi bacağını kırmıştı bir kaç gün öncesinde. Kuzey bölgesi tam anlamıyla profesyoneller içindi, acemiler için değil.

Bir kaç gün adada zaman geçirdim ve keyifli insanlarla tanıştım. Hele su altı araştırmaları yapan ve bunun için çok derinlere inebilen tank geliştiren (ya da her neyse) Scoot Reed ve hemşire eşi Rebecca ile yaptığımız muhabbetleri unutacagımı sanmam. Scoot deniz altı canlılarını araştırıyor ve dünyada en derine inebilen tankı geliştirmiş durumda.

Hawai toplamda 8 adadan oluşuyor ve adalara geçiş küçük uçaklarla yapılıyor. Uçuşlar 70 dolar civarında. Adalardan Big İsland volkanik oluşumlarıyla, Kaui daha küçük ve az kalabalık olması yönünden önemli. Mahalo (teşekkür ederim) ve aloha (hoşgeldiniz ve güle güle, iki anlamda da kullanılabiliyor) öğrendiğim iki yerel kelime. Hawai' de misyonumu tamamladıktan sonra tekrar uçakla San Diego' ya döndüm. Daha önce Alaska' da iken tanıştığım ve iletişim halinde olduğumuz Naomi bana mesaj göndermişti. O da motosiklet kullanıyordu ve Baja Californiya yarımadasını beraber gezmek istiyordu. Ertesi gün buluşup, hazırlıklarımızı yapıp beraber Meksika sınırına doğru tekerleri döndürdük.
Erol AYNACI